Takımın en kritik oyuncusu iken ayağını kırdı. Arkadaşları antrenman ve maçlarda koştururken, tekerlekli sandalyede onlara bakıyordu. Bunların üstüne annesinin ölüm haberi geldi. Hayatında iki şeyi vardı Deivid'in; ailesi ve futbol... Birisini kaybetmiş, ötekisi için ise ayağa bile kalkamıyordu. Ameliyat nedeniyle embolisi vardı. Yani damarlarında "pıhtı" dolaşıyordu. Cenazesine gitmesine, onu büyüten, yetiştiren, kucağında saran annesini toprağa vermesine doktorlar izin vermedi. "Bu halde uçağa binemezsin. Binersen sen de ölebilirsin" dediler. Empati yapın. Kendinizi bu futbolcunun yerine koyun. Nasıl çıldırmayacağının formülünü arayın bakalım. Çalışmalara, tedaviye devam etti. Bursaspor maçında oyuna girdi, golünü attı. Gözyaşları içinde kaldı. Sonra yine yedekteydi. Maç sonrasında "Hocam sorduğumda hazırım dedim" diyordu. Halbuki değildi. Güven olarak tazelenmeye başlamıştı ama fizik olarak yeterli olmadığını kendisi de hocası da biliyordu. Ama 90 dakika sahada kaldı. Uzatma dakikalarında attığı golle de kafasını tamamen iyileştirdi. Hayatının ikinci değerine, futbola sarıldı bir kez daha. Maç sonrası sevincinde, kollarını arkadaşlarının omuzlarına sarmıştı ama zıplamıyordu. Ya ağrılarından, ya çekincelerinden, ya da hâlâ yasını tuttuğu annesine saygısından... Her hafta sahalara bir sürü Deivid çıkıyor. Bizim acımasız eleştirilerimizin, sizin tahammülsüz beklentilerinizin karşısına geliyorlar. Makine olmasını beklediğimiz bu futbolcuların insan olduğunu, gözyaşlarını görünce ancak anlayabiliyoruz.