İlk yarıda üç gol gördük. Ne biçim dolmuş çocuklar. Gerilimi boşaltmak için üç gol ve sarı kartların havada uçuştuğu bir ilk yarı izlememiz gerekiyormuş. Üç akıl dolu gol. Ama bu üç golün ardından yaşananlar ancak bu zamana kadar alışılagelmiş deyimle; derbi havasına bağlanabilir. Gerilim iyidir aslında... Son vuruşlardaki ustalık, orta sahadaki pres oyun böyle zamanlarda anlamlıdır. Fenerbahçe tribünlerinin o büyük uğultusuyla ve sahadaki yerini almaya başlamasıyla oldu her şey. Her şeyini taraftarının cevvaliyetine, oyuna müdahale gücüne bağlamış ya da bağlamak zorunda kalmış bir Fenerbahçe; çok iyi niyetli bir Fenerbahçe ve 'Şaşkın, şimdi ne olacak?' diye hata üstüne hata yapan G.Saraylı futbolcular vardı sahada... Kriz mıriz dinlemeksizin bütün büyük paralar, aklımızı donduracak paralar onlara, futbolculara veriliyor.
De Sanctis'in hediyesi! Yakıcı güneş ya da kar yağmur altında başka ya da daha doğru bir deyişle "Yağmurlardaaa / çamurlardaaa"... Savaş zamanları korunan kalelerden alıyor miladını çim sahadaki kaleler. Ama artık top tüfek, mancınık yağ kazanlarına ihtiyaç yok. Onun yerine dizginlenemez ilahi arzularımızın karşılığı ince öbstrüksiyonlar, hafif yollu itmeler, topu iğne deliğinden geçiren incelikleri var futbolcuların. Lincoln ne kadar ustaysa Selçuk da o kadar usta yazıldılar ilk dakikalarda rakip filelere. Emre ve De Sanctis o büyük iş kazasıyla ve Fenerbahçe'ye bir galibiyet hediye etti dersek abartmış olmayız sanırım... Galatasaray belki de ligin en tutarsız, en dağınık maçını oynadı. Son yıllarda bütün Fener maçları mı böyle geçiyor diyorsunuz? Eee o da işin doğru yanı işte... Taa gerideki görevini bırakıp kaleciden dönen topu takip eden oyuncuya sahip olan Fenerbahçe değil de Galatasaray mı kazanacaktı bu maçı?