Üç maçta 13 gol yiyerek tek puan alamayan Estonya'ya karşı ilk defa gol atamayan ve ilk puanı veren takım olduk. Gene sonradan çok arayacağımız puanları cepten dağıtmaya devam ediyoruz. Bir türlü şöyle rahat rahat maç seyredemiyoruz. Hep diken üstündeyiz. İşte Belçika maçı, işte Bosna maçı ve en son dünkü karşılaşma. Aslında bol pozisyon buluyoruz ama ne yazık ki çerçeveyi tutturamıyoruz. Böyle takımlar karşısında erken gol attığın anda Bosna Hersek'in yaptığı gibi farka da gidersin. Ama golü bulamazsan rakibin direnci daha da artar. Panik havası yaşanır. Dün akşam hanemize yazılacak artı puanlardan bir tanesi de bu panik havasını hiç yaşamadık. Rakibin üzerine soğukkanlı gittik. Net pozisyonlar bulduk. Ama olmadı. Özellikle Halil ve Yusuf'un karşı karşıya kaçırdıkları affedilir cinsten değildi.
Umut kesmeyelim Savunmayı unutup, risk aldığımız dakikalarda rakip de bizim kalede pozisyon buldu. Hatta son dakikalarda direğe çarpan bir top var ki o girmiş olsa bir de elimiz boş dönecektik. Fatih Terim, oyuna Halil'i ileride tek tutup orta sahayı kuvvetli çıkararak başladı. Düşünce doğruydu ama uygulama iyi olmadı. Çift forvet oynayınca Aurelio ve Ayhan, 10 numara mevkisinin adamları olmadıkları için ileridekilere topu indirmek kanatlarda çalışanlara kalıyor. Kanatlar çalışmayınca da bir şey yapamıyorsun. Terim bu kez Nuri'yi Mevlüt ile değiştirip bu yolu denemek istedi yine olmadı. Arkasından topu taşıyacak Yusuf'u da oyuna aldı. Yine olmadı. En son Arda'yı sağa çekip Uğur Boral'ı sol çizgide konuşlandırdı, çok geldik, çok top indirdik yine olmadı. Mutlaka kazanmamız gereken iki maçta (Belçika da dahil) 4 puan kaybederek işimizi zora soktuk. Ama İspanya maçlarına kadar bayağı bir süre var. Sakatlarımızı iyileştirip, yaralarımızı sarmamazı gerek. Nede olsa çıkmadık candan ümit kesilmiyor.