Maç öncesi Feldkamp, Serkan Çalık'ın sakatlığı nedeni ile çok kritik bir karar vermek zorundaydı. Ya Lincoln'ü oynatıp çok güçlü orta sahası olan Leverkusen'e bu bölgede teslim olma olasılığını göze alacaktı ya da Ayhan'ı oynatıp Leverkusen ile başa baş mücadele edecekti. Kalli ikinci şıkkı seçti. Buna karşın Leverkusen alışılmış 4-4-1-1 deplasman düzeni
ile sahaya çıktı. Bundesliga'da en çok açığı sağlam defansına rağmen ortadan veren Leverkusen'e karşı Lincoln gibi yaratıcı bir futbolcunun eksikliği açıkça hissedildi. Burada belki 'Lincoln, Ümit Karan'ın yerine oynayabilir miydi' sorusu akla geliyor. Gollü maç beklentisi yüksek olmasına karşın karşılaşma başlar başlamaz havanın da etkisi ile Leverkusen'in beraberliğe razı bir oyun tarzı benimsediğini ve hücumu hiç düşünmediğini gördük. Galatasaray da şuursuzca hücum düşünmediği için ilk yarı genellikle karşılıklı olarak iki takımın birbirini kontrol etmesi ile geçti.
28'de kaçan gol Eğer Ümit 28. dakikadaki pozisyonu değerlendirse ilk yarının rengi hemen değişebilir, Galatasaray belki de 2. golü bulabilirdi. Yine 41. dakikada Hakan golü yapabilse devre en azından 1-0 sarı-kırmızılı takım lehine olabilir ve Leverkusen'in morali bozulabilirdi. İkinci yarıya Leverkusen aynı görüntüde, Galatasaray ise daha atak başladı. Ancak zor gollerin adamı Ümit Karan 52. dakikada belki de turun kaderi ile oynadı ve çocukların bile atabileceği bir gol kaçırarak saç baş yoldurdu. Ardından bir gol daha kaçıran Ümit, çok iyi oynayan Hakan'a da iyi eşlik edemedi. Ağır sahada Galatasaraylı oyuncular sonlara doğru pozisyon üretmekte iyice zorlanmaya başladılar ancak son 15 dakikada son bir gayret yine gol için saldırdılar, pozisyonlar buldular, ama olmadı. Leverkusen tüm maç sanki savunma idmanı yapar gibiydi, ileri çıkmayı hiç düşünmediler ve Skibbe'nin istediği beraberliği aldılar.
Hüseyin ÖZKÖK