Fener'in uçuş no'su: 4411! Liginde tek deplasman galibiyeti alabilmiş, Hollanda Ligi' nin en fazla yenilen 2 takımından biri ve sondan 2'nci idi Den Haag. Takımın en çok gol atan adamlarından Kolk bu ara formsuz, 36'lık 9 numaralı Mols ise direğe topu nişanlayacak kadar şansızdı. Rakip zayıftı anlayacağınız. Ama bir kısmı sürpriz bir kısmı da kaliteli işler oluyordu. Gelin sayalım;
1- Tottenham'da son 5 yılda sadece 6 maç oynatıldığı için "yetti gari" deyip, bu sene başında Den Haag'a gelen Sırp stoper Bonjevcevic, kendi liginde sadece Groningen'e gol atmasına karşın, Fener'e duran toptan gol atıyordu.
2- Fener'de henüz siftahı olmayan, Cruzerio'da ise son 3 yılda ve 89 maçta sadece 6 gol atabilen Edu, Den Haag'a neredeyse 10 dakikada 2 gol birden atıyor, istatistiklere "nanik" yapıyor ve adeta çok gol attığı için yerine getirilmesi düşünülen Luciano'ya karşı mesaj veriyordu.
3- Fener'de ilk 11 'de yeri olmadığını her zaman söylediğim ama son zamanlarda kalitesine uymayan bir yedeklik yapmaya başlayan Tümer'de az da olsa bir kıpırdanma görülüyor. Kampta gazeteciler için söylediği, saygı sınırlarını aşan davranış biçimini düzeltebilirse, Fener'de Alex'e iyi bir yedek olabileceğini gösteriyordu.
4- Uğur sürekli yükselen formu ile sol kanadı ele geçirmek istediğini gösteriyor ama rakip Cottbus gibi kendi sağ kanadını 2 adamla tıkadığında zorlanıyor, bu durum kişilik yapısını çok iyi bildiğim Ümit'i daha da iyi futbol oynayacak hale getiriyordu. Bunun sonucu da açıktı. Her takımın karın ağrısı olan ve her zaman atılan goller konusunda gerek Türkiye'de, gerek Avrupa'da sağ kanadın yarısını bile zor tutturan sol kanat, Fener için altın madenine ve asist merkezine dönüyordu.
5- Benim Türk futbolunda, yüreğine ve gücüne en çok inandığım bücürlerden Serkan, maç boyu yaptığı pres ve bitmek tükenmek bilmeyen bindirmeleri ile üstüne kondurulmaya çalışılan "KİRALIK" tabelasını dükkanının camından atıyordu.
6- Duran toplarda, rakip kalede çok hareketli olan ve çarpraz koşularla rakibini açık düşürüp gafil avlayan Fener, kendi kalesine kullanılan serbest vuruşlarda ise her 2 Avrupalı karşısında da adam ve yer paylaşımında sıkıntı yaşıyor ve rakibin en etkili adamını tutmayı kimse akıl edemediği için golü yiyordu.
7- Tuncay topların % 65'inin geriye ve yana oynandığı ligimizde, cesaretle % 80 dikine oynayarak sadece bu takımın değil, Türk futbolunda da ayrı bir yeri olduğunu, Baros'la yapılacağı iddia edilen takasın sadece bir "kamera şakası olacağını" herkese gösteriyordu. Arkasından da Almanların düşme potasının hemen üzerindeki takımı Energie Cottbus ile oynadılar. Alman Ligi gariptir. Lig lideri 22 gol yerken, ligde 15. sırada bulunan ve küme düşmemeye oynayan bu Cottbus takımı da 24 gol yemiştir mesela. Bu maçtan sonra çıkardığım sonuç şuydu. UEFA'da bir yerlere gelmek isteyen Fener, 4 4-1-1'e dönmeli, orta alanın ortasını zayıf rakiplere karşı Appiah ve Aurelio'ya, kanatlarını, Mehmet Yozgatlı ve Tuncay'a, hücuma transfer olmayacağına göre Alex ve Kezman ya da Deivid'e teslim ederek oynarsa rakip kaleye daha çabuk ve etkili gidecek gibi görünüyordu. Çünkü Appiah sağda mutsuz, Deniz ile Aurelio'nun beraber oynadığı ön libero konumu ise top karşılamada başarılı ama öne oynamada yetersiz kalıyordu. Bu maçlarda şunu gördüm. Zico sadece yüzü değil, yüreğinin içi de gülen bir adam. Herkese karşı saygılı, güler yüzlü, alçak gönüllü. Takımda oynamayan oyuncuların bile ona büyük bir saygısı var. İşte bunların toplamına HUZUR deniyor. Zico, bu huzuru mükemmel sağlıyor. Onun insan sevgisi ve saygısı ne Tigana'da, ne de Gerets'de yok. Bu nedenle Fenerbahçe'in ben ikinci yarıda daha fazla şanslı olduğunu düşünüyorum.