Milli Takımlar Baş Sorumlusu ve A Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim, futbol hayatını, teknik direktörlük dönemini anlattı, Galatasaray'da kalsaydı bir kupa daha alacağını iddia etti.
Galatasaray'da kalsaydı neler olurdu? Siyaseti düşünüyor mu? İtalya'ya dönecek mi? 2008 yolunda rakiplerin son durumlarından seyircisiz oynananacak son maça, Ligin genel durumundan UEFA Kupası günlerine, Futbolculuk yıllarından Milan ve Fiorentina dönemlerine kadar her şeyi FourFourTwo dergisine anlatan Terim'in röportajının ayrıntıları şöyle;
"Metin,
Tolunay, Ünal ve Müfit hoca rakiplerimizin son maçlarını izlediler. Norveç ve Yunanistan hakkında tüm bilgilere sahibiz. Yani 'nasıl oynar, kim oynar, kim ne yapar, oyunun her dakikasında nasıldır, şablonu nedir, düşüncesi nedir, maça tesir edecek önemli oyuncuları kimlerdir' aşağı yukarı tüm bilgilere sahibiz.
Seyircisiz olduktan sonra ne fark eder' gibi bir yaklaşımda değiliz. Diğer iki maçımızı Frankfurt'ta oynamıştık. Çok da güzel bir mektup geldi Frankfurt kulübünden. 'Burası sizin eviniz' diyorlardı mektupta. Açıkçası tam kararımızı vermedik ama büyük ihtimalle Frankfurt'ya oynayacağız gibi görünüyor.
"HERKES KIRMIZI BEYAZ OLMALI"
Cezamız bittiğinde maçlarımızı İstanbul'da da İstanbul dışında da oynayabiliriz. Hele içeride oynayacağımız tarih bir gelse... Habire dışarıda oynuyoruz. Benim önceki dönemlerimde A Milli ya da Ümit Milli takımlarla 35 bin, 40 bin kişiye oynadık. Seyircimizin gelmemesi ya da az gelmesi konusunda kafamda herhangi bir soru işareti yok. Yalnız burada olayın milli takım maçında kulüp taraftarlığı bazına dönmemesi lazım. O çok önemli bizim için, o gün herkes milli takımlı, o gün herkes kırmızı-beyaz olmalı.
Bana kafamdaki futbol modelinin ne olduğunu UEFA Kupası yolunda sormuşlar, ben de 'Terim modeli' demiştim. Şimdi bizim neleri daha iyi yaptığımız, neleri yapamadığımızın karışımından yola çıkarsak zaten ekolü buluruz. Türk futbolcusunun teknik kapasitesi hakikaten yüksek ama bunu oyun tekniği manasında üst seviyeye çekmemiz gerekiyor. Hem atak yapan hem de daha sonra gardını alan bir futbol oynanıyor artık. Türkiye de bunun dışında kalamaz. Bu arada tekniğini de ön plana çıkarmak durumundadır. Çünkü fizik kalitelerinde herhangi bir sorun olacağını pek sanmıyorum. Türkiye bunu mümkün mertebe top bizdeyken herkesin hücum düşündüğü, top rakipteyken herkesin defans düşündüğü dev tek blok halinde oynamalıdır. Defans bloğu, orta saha bloğu, hücum bloğundan ziyade tek blok olarak oynamalıdır.
Çok ağır kış şartları geçiren bir ülke değiliz. Hoş, eğer ağır kış şartlarında çok ara vermezseniz, tolere edecek zamana sahip oluyorsunuz. Böyle olunca da seyirci uzak kalıyor, tekrardan bir yükleme antrenmanları uygulamak zorunda kalınıyor, tekrardan bir sürü hazırlık maçı yapılıyor, kulüpler de hasılat gibi ekonomik girdilerden uzak kalıyorOnun için benim önerim mümkünse hep en kısa sürede tekrar başlayalım. Bu da 24'ü Christmas'la yılbaşını içine alan, hadi bir hafta daha koyulabilen bir ara olmalı
"İSMİMİZİN OLMASI LAZIM"
Turnuvalarda ismimizin olması çok önemli. Kazanmaktan ya da kaybetmekten öte oralarda olmak çok önemli. A Milli Takım için turnuvalarda yer almak, kulüp takımlar için Ocak'tan sonraya birkaç takımla birlikte kalmak... Dünyadaki isminizin yerleşmesi, insanların sizi takip etmesi, güven ve istikrar adına bunun olması lazım. Bakıyoruz, bazı ülkeler hep var. Şampiyon mu oluyorlar? Hayır. Ama hep varlar İsveç, Norveç, İsviçre gibi.
Piontek'le bir kaderi paylaştık biz. Yerli olması, yabancı olması pek fazla fark etmiyor, dostuzZaman geldi o bize, zaman geldi biz ona göğsümüzü gerdik birbirimize... Ben Arsenal maçı öncesi kendisine, 'Sepp, kazanacağız. Ben takımıma güveniyorum' demiştim. Kupayı aldığımızda kendisi kazanmışçasına mutlu oldu. Maç sonrası 'Devre arasında ben sana dememiş miydim?' diye sarıldı, ben de ona, 'Sana daha önce söylememiş miydim?' dedim. Bozuk Türkçesiyle bana 'Büyük Adam' demişti. Orada öyle bir sevinç yumağı oluşturmuştuk.
Herkesin UEFA Kupası'nda payı olmuştur. Allah bir tuğla koyandan bile razı olsun. Zaten başarıyı da paylaşmayı öğrenmeliyiz esasında. Herkesi yenerek üst turlara geçiyorsunuz, daha önceden olmamış birşey. Tabii ki gol kurtaranı da var, atanı da var, bu 11'i çıkaranlar da varYöneticisi de var, başkanıyla, masörüyle, malzemecisiyle, seyircisiyle hatta basınıyla muhakkak herkesin bu kupada ufak tefek payları vardır. Önemli olan, başarıyı paylaşmayı hazmedebilmek.
Ben futbola santrfor olarak daha doğrusu 10 numara gibi başladım. İstanbul'da bir Adana Demirspor-Galatasaray maçında zaruriyetten libero oynadım. Galatasaray'a orta saha oyuncusu olarak gelmiştim. İngiliz Don Howe beni libero oynattı ben de libero olarak futbola devam ettim. Sonra da milli takımda libero oynadım. Ama sonra ben kendi teknik direktörlüğüm hayatımda liberoyu kaldırdım.
"SİYASETİ DÜŞÜNMÜYORUM"
Şu anda teknik direktörlükten başkanlığa geçiş gibi şeyler düşünmüyorum. Aynı şeyi siyaset için de söyleyenler oldu. Ben ise düşünmediğimi söylüyorum. Ama hayat ne getirir bilinmez. Allah bilir. Allah uzun ömür verirse elimizden gelen hizmeti futbol adına bir yerlerde devam ettireceğiz. Yarın hangi kararı alırım bilmiyorum. Ben yurtdışında ne kadar oyuncumuz olursa o kadar mutlu olurum.Şimdi dışarıda oynamayı kafasına koymuş bir insan, başarısıyla gittiği kulüpten diğerine atlayabilir. Norveç'in, İsveç'in yüzlerce oyuncusu oynuyor İngiltere'de ya da diğer ülkelerde. Kimse de Southampton ya da Lecce'de oynuyor diye bozulmuyor, onlar takım değil mi? 70 milyonluk bir ülkede çok fazla sayıda oyuncunun yurtdışında oynaması lazım. Ülkenizin tanıtımı açısından, ülkenize getirilen döviz açısından, orayla buranın mukayesesini veyahut sentezini iyi yapabilme, ülkeye dönüp daha faydalı olabilme açısından, temsil açısından, her şey açısından bence önemli. Ben olaya bu gözle bakıyorum.
"KALSAYDIM BİR KUPA DAHA GELİRDİ"
Popescu beni gördüğünde hep 'Hocam kalsaydın Şampiyonlar Ligi şampiyonu da olurduk' der. Olabilirdik tabi. Olmayacak bir şey değil ama olmadı. Şimdi dönüp de neden olmadığına dair o konuda hiçbir zaman bir açıklama yapmadım. Ama yavaş yavaş herkes çözüyor zaten. Bir takımda çalışırken bir takımla anlaşmam. İtalya'ya gideceğim de son zamanlarda, sezon bittikten sonraki bölümde belli oldu. Öyle nasipmiş öyle kısmetmiş. Ben istikrar adına hareket eden ve onun başarı getirdiğine inanan bir insanım. Dolayısıyla kalsaydık tabi çok önemli işler olabilirdi. Ben de Popescu'ya katılıyorum.
Numaralar beni çok fazla ilgilendirmiyor. Oyun anlayışı ve prensip benim için çok önemli. Oyun içerisinde formatlarımız değişebilir. 4-4-2 çıkarsınız, bir oyuncu hücuma geçtiği zaman al sana 3-5-2. Muhakkak milli takımın oynamak istediği şablonlar var ama bulundukları yerde özgür bırakmayı seven bir hocayım ben. Özgür olmalarını istiyorum. Yetenekleri olduğu için buradalar. O zaman o yetenekleri kullanma serbestliği tanırım ben onlara. Bunun için neye ihtiyaçları var? Güvene. Hele bize bazı maçlarda geldiklerinde sarsılmış güvenlerini hep beraber yaşıyoruz. O güveni biz veririz. Kaybettikleri bana, kazandıkları onlara... O sorumluluğu ben almışımdır hep. O yüzden rahat hareket etmelerini, özgür olmalarını istiyorum.
Ha bire okuyorum herkesten şimdi. Ah sol tarafta bir Küçük Hakan olsa, ah bir eski Ergün, ah bir Abdullah olsa... Ben Abdullah'ı Beyoğlu Yeniçarşı'dan aldığım zaman tam mânâsıyla sol iç, eski 10 numaraydı. Küçük Hakan'ı aldığım zaman 11 numara, Ergün'ü Kilimli'den aldığım zaman 6 numaraydı. Üçünü de sol bek yaptım. Allah'a şükür iyi ki de yapmışız. 15 sene Türk futbolu tepe tepe bu çocukları kullandı. Aslan gibi de oynadılar. Ümit Davala neydi? Sağ bek koyduk. Milan'a da sağ bek gitti. Ama Ümit santrafor, topuzlu saçlarıyla. Biz bunları sağ bek, sol bek yaptık. Niye olmuyormuş? Neydi amacı? Tekniğiydi belki, süratiydi belki... Mevkilerin ne içerdiği belli. Ne istenildiği belli. 'Takımımda böyle oynuyorum', öyle bir şey yok. Oyuncu çok çabuk adapte olandır. Biz o bahaneleri kaldıralı çok uzun yıllar oldu. Artık buralara dönmeyeceğiz.
"NON SI SA MAI(Kim bilebilir ki!)
Rui Costa devamlı arıyor, selam gönderiyor. Nuno Gomez ve Di Livio da öyleler. Biri birini görüyor selam yolluyor. Geçenlerde Gattuso selam yollamış. Son milli maçta Brocchi otobüsün içine kadar geldi, 'Mister bir telefonunuz yeter' dedi. Beraber herhangi bir takıma gitmek için. Saha içinde herkes, 'Merhaba mister' diyor. Allaha şükür, bir Türk insanın görebileceği sevgi ve saygıyı gören ve yaşayan bir adamım. Maçlarına davet ederler, ağırlarlar. 'Niye gelmiyorsunuz?' diye sorarlar. Allah'a şükür ikinci vatanımız gibi . Onlar bize geliyor, biz onlara gidiyoruz. Hep, 'İtalya'ya ne zaman dönüyorsunuz?' diyorlar. İtalyanca'da 'Non si sa mai' diye bir kelime vardır. Kim nereden bilebilir? 'No si sa mai' diyorum ben de!.."