Kamerun'da sadece 3-5-2 biliniyor. Liberoyu orta sahaya sürdüm, 1-0 kazandık. Rakip antrenör, "Bunlar bir kişi fazla mı oynuyor" diyordu.
İlk idmandaki ilk alkışlamalar çok iyiydi. Sırada ilk maçımızı kazanarak yolumuza sağlam adımlarla devam etmek vardı. 3 gün sonraki kupa maçını deplasmanda oynayacaktık. Biraz sistem ve duran top çalışması yapabildik. Kamerun'da bütün takımlar 3-5-2 sistemiyle oynuyordu, tandemli 2-6-2 sisteminde orta sahaya sürdüğümüz libero 1 kişi fazla olmamızı sağlayacaktı. Ve ilk maçımıza çıktık, saha toprak, soyunma odaları yok, tel örgü yok. Etrafımızdan herkes maç sırasında bile geçebiliyor.
GAZETE Mİ, O DA NE? Bir yanda tamtamlar çalıyor, bir yanda 5-6 bini bulan siyahi insanlar içerisinde tek beyaz ben! Azınlık psikolojisini iliklerime kadar hissettim. Maçı 1-0 çalıştığımız bir korner varyasyonuyla attığımız golle kazandık. Moraller yüksekti, başkan ve taraftarlar çok mutluydu. Ertesi gün gazete aradım, günlük gazete çıkmadığını söylediler. Gelecek maçımızı sordum. Cevap "Rakip Fovu." (Song'un takımı) ve yerel derbi maçtı, zamanı belirsizdi. Kamerun Futbol Federasyonu fikstürü gönderip maç tarihlerini maça yakın günlerde bildirirmiş. Neyse 4-5 gün sonra beklenen yazı geldi, Fovu ile 2 gün sonra oynayacaktık. Ben de zaten maç oynanacakmış gibi hazırlıkları yapmıştım. Yaklaşık 10 bin kişinin izlediği maçı, yine çalıştığımız bir yan frikik organizasyonundan bulduğumuz golle 1-0 kazandık.
BUNLAR FAZLA MI? Maç bittiğinde rakip antrenör yardımcıma Fransızca bir şeyler söylüyordu ve rakip oyuncular da birbirleriyle tartışıyorlardı. Yardımcım gülerek bana rakip antrenörün maç bitmesine rağmen oyunumuzu çözemediğini ve defalarca takımımızın fazla adamla oynayıp oynamadığını saydığını söyledi. Kazandığımız arka arkaya iki maç hem bana hem de takımın kendine olan güvenini perçinledi. 2 haftalık maçsız dönemden sonra deplasmana gidecektik. Haritaya baktığımda bana otobüsle 4-5 saatlik yol gibi görünüyordu. Kulüp menajerine nasıl gideceğimizi sordum. Başkent Yaunde'ye gidip oradan trenle gideceğimizi söyledi. Haritadaki yolu gösterince güldü ve "O yol göründüğü gibi değil çok bozuk oradan gidilemez" dedi. Uçağı sordum "Yok" dedi. O zaman herkese yataklı yer alın dedim. Minibüsle 4,5 saatte Yaunde'ye vardıktan sonra tren istasyonuna geldik. Trene girdiğimizde menajer biletimi verdi. Oyuncuları sordum onların normal koltukta, onunla benim yataklı vagonda gideceğimizi söyledi.
TAVUKLARLA TRENDE Kızdım ve kabul etmedim, futbolcularımla aynı ortamda gideceğimi belirttim. Gribal rahatsızlığı olan bir oyuncuma yerimi vererek, sporcularımla beraber aynı vagonda seyahat ettim. Sert koltuklarda, aşırı kalabalık yolcuyla, tavuk ve keçilerle yolculuk başladı. Yer mefhumu olmadığı, kalktığın zaman yerine oturanı kaldıramadığın ve oturdukça ilkel koltukların demir lamalarının alttan popona iz bıraktığı bir ortamda 17 saat yolculukla Garua'ya ulaştık.
SAĞLAM 11'İM VARDI Hepimiz perişan olmuştuk. Futbolculardan birisi menajerin taklidini yapıyordu. Evet başkan, Garua'ya vardık. Birkaç oyuncumuz telef oldu ama önemli değil, hala sahaya çıkarabilecek bir 11'imiz var! Özetle yolculuğumuz böyleydi. Futbolcularımla seyahat etmem onları çok mutlu etmiş, bana olan saygıları artmıştı.
Ümit Turmuş